Gülütarife ne hacet ne çiçektir biliriz
Hilkatin Fâtiha'sı, nübüvvetinhâtimesi, ins ü cinnin peygamberine selamdan sonra,
Varlık güzeline Güldiyeceğiz biz, Gül çağında ıtırlarını duymakiçin...
Beşeriyet bütün zaman ve mekan boyunca Gül'ü bilememenin ve Gül'üsevememenin ıstırabıyla kıvrandı ve büyük hakikat şu ki başını nereye vursa o Gül'den başka Gülbulamayacak, Gül'ü örnek almadıkça etekemiğe bürünmüş feryadından kurtulamayacaktır. Eller nakış nakış, desen desen Gül'ü dokur çünki, kağıtlar renk renk, deste desteGül'ü okur. Gül'ünıtırlarında bülbüller yaşar aşk ile, ve aşk ile renginin şulesinden pervanelerdüşer. Kimin eline değerse Gül, elleri Gül kokar onun. "Burada beni ancak Allahbuyruğuna bağlı Peygamber affı kurtarır / Ben de onun öç ve adalet elineuzatıyorum işte sağ elimi" der Sezai Karakoç'un ağzından Ka'b b. Züheyr,ve o günden sonra bürdesini giyer Gül'ün.Çelikten büklümler erir Gül'ünyapraklarında.
"Eğer Gül'ünvasıflarının şerhini devamlı, durmadan söylesem, yüzlerce kıyamet geçer de oyine bitmez." der Mevlana. Lisan ve kalem Gül'ühakkıyla anlatamaz, bunu herkes bilir. Bilir de Asr-ı Saadet'ten bu yanasayısız kalemler Gül'ü yazar ciltler vekütüphaneler dolusu; hesaba gelmez lisanlar Gül'üsöyler manzumeler ve şiirler boyu.
Şimdiye kadar neler söylenmedi Gül hakkında, neler yazılmadı. Yazmaklabitirilemedi ve bitirilemeyecek. Adına na't dediler Gül'üanlattılar; tazarru dediler, Gül'e ilticaettiler. Siyer dediler hayatını söylediler, şemail dediler vasıflarını sayıpdöktüler. Hilye yazdılar yakınlıklarını ifade için, mi'raciye dizdiler şanınıtebcil için. Besteler yaptılar Gülterennümünde, İlahiler söylediler Güldeminde. Na'tî diye mahlas kullandılar, divanlar doldurdular; adını anarakbaşladılar mesnevilere bir bakışına mazhar olmak için. Aherli kağıtlara döküldübin bir harf düz ve eğik, Gül'ü yazmak içinyarıştı gubari ile şikeste ta'lik. Hamdullah'tan Hâmid'e harf başına şükür diyeyazdı divitler; Levnî'den Osman'a tel tel renk verdi çivitler. Ne yana baksa Gül'den bir iz görür gözler, ne yöne dönse Gül'ü özler, geceler ve gündüzler. Eşya ve varlık Gül için vardır ve Gül,eşya ve varlık olur serâpâ. Bir milyon adı varsa aşkın, bir eksiğiyle hep Gül'den alır ilhamını. Kağıt, kalem ve kitap...Söz, kelam ve hitap... Her suret ve her şekilde Gül'emahkum. Nitekim kimiler Gül dediler, ömürboyu Güldüler; kimiler Gül dediler, Güluğruna öldüler.
Gül'üanlatmayan dil ne söyler ki efsaneden başka!.. Gülharflerinden Gül söylemeyen kelimelergerçeği olmayan isimlerden öte nedir ki?!.. Gülkokusu taşıyan bilgi canda ışık; Gül destesigötürmeyen kervan bedene kuru yüktür.
Gülhakkında en müstesna sözleri Divan şiiri söylemiştir. Türk şairlere özgü birtür olan Hilye'lerden siyer kitaplarına; mevlidlerden mi'raciyelere; divanlarile her türlü mesnevilerin başında Tevhid ve münacaatlardan sonra yer alanna'tlardan düzyazı eserlerdeki hamdele ve salvele bölümlerine varasıya kadarhep "önce Gül" der kalemler. Divanedebiyatının Gül hakkında söyleyecek sözünehadd ü pâyân mı bulunur? O şairler ki kitapları yahut sözlerinin, en başındaO'nun adını anmakla korunabileceğine inanmışlardır. Bir divan şairinin, kendinişair saydırmak, yahut şairliğinin kanıtı olan divanını tertib etmek için yazmasıgereken şiirlerden biri de Gül hakkındainşad edeceği kasidesidir.
*
Hz. Peygamber'den bahseden manzumeler bellibir konu sınırlaması içinde düşünülemezler. Risalet, hicret, mucizeler, dinyolunda çektiği sıkıntılar, ümmetine va'd ettiği şefaat, özel bir kıssasınınanlatımı vs. hep divan şairinin konuları arasındadır. Ancak daha da önemlisina'tlardır ki divan şairine, Gül'e karşıbeslediği duygularını dile getirme fırsatı verir. Beşeriyetin en hayırlısına,varlığın en şereflisine karşı gösterilen bu sevgi ve saygı, şairin dilini veyolunu aydınlatır hiç farkına varmadan, kelimelerini birdenbiregüzelleştiriverir. Bütün divan şiiri ürünleri içinde dilin en güzel ve sanatlıkullanıldığı manzumeler, yalnızca ve yalnızca na'tlardır. Bunun sebebi, şairin içindengeldiği şekilde anlattığı Gül aşkıdır, Gül'e bende olmanın samimiyetinden kaynaklanansanattır. Allah'a yakınlık bakımından hiç kimse nasıl Efendiler Efendisi'neulaşamazsa, şair de peygamberine ulaşma yolunda kimse kendisine ulaşamasınister. O'nun erdiği makama nasıl kimse erememişse, O'na yol alırken de kimseşaire yetişemesin ister. Bu şiirlerden pek çoğunun özel gün ve gecelerdeokunmak üzere bestelenmesi, onların halk tabakaları arasında da Peygambersevgisini çoğaltıcı eserler olarak yaygınlaşmasını sağlar çünki.
Evrenin en güzel Gül'üneyazılan müstakil eserler içinde en yaygın okunanı hiç şüphesiz SüleymanÇelebi'nin "Vesîletü'n-Necât (Kurtuluş vesilesi)" adıyla bilinenMevlid'idir. Bunu Hakanî Mehmed Bey'in Hilye'si (Hz. Peygamber'in suret vesiret güzelliklerinin anlatıldığı eser), sonra da Nâyî Osman Dede'ninMi'râciye'si izler. Bu üç eser de zamanla musıkî formunda okunmuş ve çağlarboyu geniş halk kitleleri tarafından sevilerek Türk kültürünü yönlendirmiştir.Na'tlar içinde Nazîm'in küçük bir divan oluşturacak kadar çok sayıdakimaznumeleri ile Fuzulî'nin Su Kasidesi, Nabî'nin coşku dolu dizeleri, ŞeyhGalib'in müseddes tarzında yazdığı muhteşem eseri, Nef'î'nin "sözüm"redifli kasidesi ilk akla gelebilecek olanlardır. Çok sayıda na't yazdıklarıiçin Na'tî mahlasıyla bilinen Na'tî Mehmed, Na'tî Ahmed ve Na'tî Mustafaefendiler de Gül'e olan aşkı doruğaulaştıran, fanilerin söyleyebileceği en müstesna sözleri söyleyen şairlerdir.Bu arada değişik şairlerin na'tlarının derlenmesiyle oluşturulmuş Nu'ût-ıNebeviye mecmualarını da hatırlamak gerekir.
Na'tların gazel tarzında yazılanları davardır elbet. Bunlar genellikle vezin yönlendirmesiyle şekil bulan ve 4mefâîlün kalıbıyla yazılıp "...yâ Rasûlallah" redifiyle sona erengazellerdir. Bu tür na'tlar içinde Zekâî Mustafa Dede'nin,
Garîk-i bahr-i isyânem şefâat yâ Rasûlallah
Esîr-i nefs-i nâdânem şefâat yâ Rasûlallah
beytiyle başlayan kısa na'ti gibi manzumelerXVII. yüzyıldan itibaren sıkça görülür. Leyla Hanım'ın,
Alîl-i derd-i isyâne devâsın yâ Rasûlallah
Bize sûy-ı cinâne reh-nümâsın yâ Rasûlallah
dizeleriyle başlayan na'ti, Şeyhülislam ArifHikmet Bey'in,
Ser-i kûyunda kemter hâk-i râhım yâ Rasûlallah
Nesîb-i âsitânındır penâhım yâ Rasûlallah
ve Musahip Mustafa Paşa'nın,
Hevâ-yı nefse cânım mübtelâdır yâ Rasûlallah
İşim hep çcümleten cürm ü hatâdır yâ Rasûlallah
matlalı gazelleri bu tür na'tların en ünlüleridir. Gazeltarzında olup hakkında menkıbevî rivayetler de bulunan bir şiir de Nabî'ninna'tıdır. Onun hac seyahatinde Medîne'ye varmak üzereyken söylediğine inanılanve şehre girdiği esnada Mescid-i Nebevî müezzinlerinin hep bir ağızdankerameten okudukları menkıbevî üslupla anlatılan şiir şu beyitle başlar:
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı İlahî'dir makâm-ı Mustafâdır bu
*
Bütün bunların dışında, Gül'den bir vesile ile bahsedecek olan şair içinilk başvurulacak kaynaklar, mucizelerdir. Efendiler Efendisi'ni hastalıklarındevası, cennet yolunun klavuzu, Allah'ın Habîbi olarak gören şair, O'ndaki beşeriyetkadar nebeviyeti de söz konusu etmekten hoşlanır; yüceliğini dile getirmek içinsık sık mucizelerden bahseder. Fenâyî'yi dinleyelim mesela:
Et kıyâs parmaklarından mu'cizâtın gayrı bes
Çeşme akdı her birinden eyleyip şakku'l-kamer
Demek ister ki: "Sen O yücepeygamberin mucizelerindeki ihtişama bak ki, yalnızca parmakları bile herbirinden çeşmeler akıttı, ve şehadet parmağıyla ayı ikiye böldü."Hudeybiye'de Ashâb'ın çok susadığı bir anda Efendiler Efendisi son tastaki suyabir elini sokup diğer elinin beş parmağından beş çeşme gibi su akıtmış ve ashabhem abdest alıp hem kana kana içmişlerdir. Keza Mekke müşrikleri kendisindenmucize istedikleri vakit şehadet parmağıyla işaret edip ayı ikiye yarmıştı,hani İslam tarihleri ve siyerlerin şakku'l-kamer diye zikrettikleri mucize.Şair Gül'ün yalnızca parmaklarından sadırolan mucizelerinin bu derece büyük olduğunu, diğerlerine sıra gelirse anlatmayakelimelerin yetmeyeceğini ancak bu kadar güzel anlatabilir değil mi?!...
Divan şairi Gül'denbahsedeceği zaman O'nu eşref-i mahlûkât, cihan bağının nadide çiçeği, varlığınevveli ve âhiri, şefaatin kaynağı, mahşer gününün efendisi, ahsen-i takvîm,güzel ahlakın tamamlayıcısı gibi sayısız vasıfları bir anda sıralayıverir.Bütün amaç Gül'den şefaat istemektir yahani, bunun için sık sık O'ndan bahseden âyetlere ve kudsî hadislere müracaateder. Bu durumda ayetler genellikle şiirdeki vezin zaruretini de beraberindegetirir ve tamamı yerine bazı ibareler şeklinde zikredilir. "Ahsen-itakvîm, kaabe kavseyn ve ev ednâ, leamrük, lî-maallah, Kâf u Nûn, Tâhâve Yasîn, mâ zâğa'l-basar, Sidre ve müntehâ, rahmeten li'l-âlemîn,tarfetü'l-ayn" gibi ibareler bunlardandır. Şu beyit Nesîmî'ye aittir:
Vasfını "Ve'n-Necmi" "Ve'ş-şemsi""Tebârek" söyledi
Şânına "Tâhâ" vü "Yâsîn" geldi Hak'tan beyyinât
Hz. peygamber'den bahseden hadisler de zamanzaman divan şairlerinin konuları arasına girer. Bunlardan en ünlü olanı "levlâkelevlâk" sırrını taşıyan hadis-i kudsîdir. Bunu "ene efsah"ve "medinetü'l-ilm" gibi ibarelerin geçtiği hadisler takipeder. Beyti Şeyhülislam Yahya'ya söyletelim:
Sana mahsûs lutfudur Hakk'ın
Tâc-ı "Levlâk" u taht-ı "Ev ednâ"
Gül'ünşanı söz konusu olunca tasavvufî divan şairlerinin en ziyade andıkları kelime"muhabbet"tir. O ünlü beyitte olduğu gibi:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed'siz muhabbetten ne hâsıl
Ebced geleneği bile Gülhakkında abidevî bir beytin doğmasına kapı aralamıştır:
Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir
Anınçün âşıkın zikri "amân"dır yâ Rusûlallah
"Amân" ile "Muhammed"isminin ebced karşılığı 92 eder. Buradan âşıkın "amân!" diye herhaykırışında aslında Hz. Peygamber'i anmak istediğinin söylenmesi ne kadar daşairane bir buluştur. Hezâr gıbta!..
*
Burada divan şairinin iman cephesinden İslam'ınvarlık sebebi olan Gül'e bakışındaki genelkabulleri vermeye çalıştık. Şimdi en başa dönelim ve bir Gül olarak, Güldebir remz olarak, teri Gül kokan, yüzünde Gül, ağzında gonca görülen Efendiler Efendisi'ndenGüle yansıyan ilham dolu birkaç beyit ilesözü tamamlayalım. Böylece bütün Türk coğrafyasını doldurarak bir aşka dönüşen Gül medeniyetinin aslında bir iman ve aşkmedeniyeti olduğunu anlayalım.
Dicle'nin serin yamaçlarında gözyaşlarınıikindi sularına karıştırarak Kıble'ye yönlendiren bağrı yanık şair hasretinianlatıyordu ve o Fuzulî idi:
Suya versin bâğbân Gülzârızahmet çekmesin
Bir Gül açılmaz yüzün teg verse bin Gülzâre su
Sultan, rüyalarının sevgilisine Gül rölyefleriyle başı üzre yer vermek içinsorgucunu O'nun ayak izinden yaptırıyor ve üzerine şu dizeleri nakşettiriyordu;o dahi Sultan Ahmed idi:
Nola tacım gibi başımda götürsem dâim
Kademi nakşını ol hazret-i şâh-ı rüsülün
Gül-i Gülzâr-ınübüvvet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o Gülün
Ve sultanın mürşidi -ki adına Hüdâyî denir-her yüzde Gül'ün aşkını okumaktaydı:
Gül ağlama Gül bize
Ele diken Gül bize
Gül olanın yüzünde
Gül açılır Gülbize
Ve bugün biz, bir çağa geldik, Gül için feryâdlar çağına:
Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler
Şikayet değildir kasdımız Gül'e, cür'etimiz içimizin yanışından. Gülistanlarda savaşlar var bugün Gül'üm ve bülbüllerin kurşuna dizilip kefensizgömülüyor artık. Hiç bugünkü kadar yakışmadı Kâbe'ne siyahlar ve biz seni hiçbugünkü kadar özlemedik. Varlığa bir Gül isesebep, kokusundan ya renginden nasıl duralım ayrı.
Ebedî Gülşenindetek ayak üzre duracak bir yer de vermez misin bize Gül'üm?!..
Hilkatin Fâtiha'sı, nübüvvetinhâtimesi, ins ü cinnin peygamberine selamdan sonra,
Varlık güzeline Güldiyeceğiz biz, Gül çağında ıtırlarını duymakiçin...
Beşeriyet bütün zaman ve mekan boyunca Gül'ü bilememenin ve Gül'üsevememenin ıstırabıyla kıvrandı ve büyük hakikat şu ki başını nereye vursa o Gül'den başka Gülbulamayacak, Gül'ü örnek almadıkça etekemiğe bürünmüş feryadından kurtulamayacaktır. Eller nakış nakış, desen desen Gül'ü dokur çünki, kağıtlar renk renk, deste desteGül'ü okur. Gül'ünıtırlarında bülbüller yaşar aşk ile, ve aşk ile renginin şulesinden pervanelerdüşer. Kimin eline değerse Gül, elleri Gül kokar onun. "Burada beni ancak Allahbuyruğuna bağlı Peygamber affı kurtarır / Ben de onun öç ve adalet elineuzatıyorum işte sağ elimi" der Sezai Karakoç'un ağzından Ka'b b. Züheyr,ve o günden sonra bürdesini giyer Gül'ün.Çelikten büklümler erir Gül'ünyapraklarında.
"Eğer Gül'ünvasıflarının şerhini devamlı, durmadan söylesem, yüzlerce kıyamet geçer de oyine bitmez." der Mevlana. Lisan ve kalem Gül'ühakkıyla anlatamaz, bunu herkes bilir. Bilir de Asr-ı Saadet'ten bu yanasayısız kalemler Gül'ü yazar ciltler vekütüphaneler dolusu; hesaba gelmez lisanlar Gül'üsöyler manzumeler ve şiirler boyu.
Şimdiye kadar neler söylenmedi Gül hakkında, neler yazılmadı. Yazmaklabitirilemedi ve bitirilemeyecek. Adına na't dediler Gül'üanlattılar; tazarru dediler, Gül'e ilticaettiler. Siyer dediler hayatını söylediler, şemail dediler vasıflarını sayıpdöktüler. Hilye yazdılar yakınlıklarını ifade için, mi'raciye dizdiler şanınıtebcil için. Besteler yaptılar Gülterennümünde, İlahiler söylediler Güldeminde. Na'tî diye mahlas kullandılar, divanlar doldurdular; adını anarakbaşladılar mesnevilere bir bakışına mazhar olmak için. Aherli kağıtlara döküldübin bir harf düz ve eğik, Gül'ü yazmak içinyarıştı gubari ile şikeste ta'lik. Hamdullah'tan Hâmid'e harf başına şükür diyeyazdı divitler; Levnî'den Osman'a tel tel renk verdi çivitler. Ne yana baksa Gül'den bir iz görür gözler, ne yöne dönse Gül'ü özler, geceler ve gündüzler. Eşya ve varlık Gül için vardır ve Gül,eşya ve varlık olur serâpâ. Bir milyon adı varsa aşkın, bir eksiğiyle hep Gül'den alır ilhamını. Kağıt, kalem ve kitap...Söz, kelam ve hitap... Her suret ve her şekilde Gül'emahkum. Nitekim kimiler Gül dediler, ömürboyu Güldüler; kimiler Gül dediler, Güluğruna öldüler.
Gül'üanlatmayan dil ne söyler ki efsaneden başka!.. Gülharflerinden Gül söylemeyen kelimelergerçeği olmayan isimlerden öte nedir ki?!.. Gülkokusu taşıyan bilgi canda ışık; Gül destesigötürmeyen kervan bedene kuru yüktür.
Gülhakkında en müstesna sözleri Divan şiiri söylemiştir. Türk şairlere özgü birtür olan Hilye'lerden siyer kitaplarına; mevlidlerden mi'raciyelere; divanlarile her türlü mesnevilerin başında Tevhid ve münacaatlardan sonra yer alanna'tlardan düzyazı eserlerdeki hamdele ve salvele bölümlerine varasıya kadarhep "önce Gül" der kalemler. Divanedebiyatının Gül hakkında söyleyecek sözünehadd ü pâyân mı bulunur? O şairler ki kitapları yahut sözlerinin, en başındaO'nun adını anmakla korunabileceğine inanmışlardır. Bir divan şairinin, kendinişair saydırmak, yahut şairliğinin kanıtı olan divanını tertib etmek için yazmasıgereken şiirlerden biri de Gül hakkındainşad edeceği kasidesidir.
*
Hz. Peygamber'den bahseden manzumeler bellibir konu sınırlaması içinde düşünülemezler. Risalet, hicret, mucizeler, dinyolunda çektiği sıkıntılar, ümmetine va'd ettiği şefaat, özel bir kıssasınınanlatımı vs. hep divan şairinin konuları arasındadır. Ancak daha da önemlisina'tlardır ki divan şairine, Gül'e karşıbeslediği duygularını dile getirme fırsatı verir. Beşeriyetin en hayırlısına,varlığın en şereflisine karşı gösterilen bu sevgi ve saygı, şairin dilini veyolunu aydınlatır hiç farkına varmadan, kelimelerini birdenbiregüzelleştiriverir. Bütün divan şiiri ürünleri içinde dilin en güzel ve sanatlıkullanıldığı manzumeler, yalnızca ve yalnızca na'tlardır. Bunun sebebi, şairin içindengeldiği şekilde anlattığı Gül aşkıdır, Gül'e bende olmanın samimiyetinden kaynaklanansanattır. Allah'a yakınlık bakımından hiç kimse nasıl Efendiler Efendisi'neulaşamazsa, şair de peygamberine ulaşma yolunda kimse kendisine ulaşamasınister. O'nun erdiği makama nasıl kimse erememişse, O'na yol alırken de kimseşaire yetişemesin ister. Bu şiirlerden pek çoğunun özel gün ve gecelerdeokunmak üzere bestelenmesi, onların halk tabakaları arasında da Peygambersevgisini çoğaltıcı eserler olarak yaygınlaşmasını sağlar çünki.
Evrenin en güzel Gül'üneyazılan müstakil eserler içinde en yaygın okunanı hiç şüphesiz SüleymanÇelebi'nin "Vesîletü'n-Necât (Kurtuluş vesilesi)" adıyla bilinenMevlid'idir. Bunu Hakanî Mehmed Bey'in Hilye'si (Hz. Peygamber'in suret vesiret güzelliklerinin anlatıldığı eser), sonra da Nâyî Osman Dede'ninMi'râciye'si izler. Bu üç eser de zamanla musıkî formunda okunmuş ve çağlarboyu geniş halk kitleleri tarafından sevilerek Türk kültürünü yönlendirmiştir.Na'tlar içinde Nazîm'in küçük bir divan oluşturacak kadar çok sayıdakimaznumeleri ile Fuzulî'nin Su Kasidesi, Nabî'nin coşku dolu dizeleri, ŞeyhGalib'in müseddes tarzında yazdığı muhteşem eseri, Nef'î'nin "sözüm"redifli kasidesi ilk akla gelebilecek olanlardır. Çok sayıda na't yazdıklarıiçin Na'tî mahlasıyla bilinen Na'tî Mehmed, Na'tî Ahmed ve Na'tî Mustafaefendiler de Gül'e olan aşkı doruğaulaştıran, fanilerin söyleyebileceği en müstesna sözleri söyleyen şairlerdir.Bu arada değişik şairlerin na'tlarının derlenmesiyle oluşturulmuş Nu'ût-ıNebeviye mecmualarını da hatırlamak gerekir.
Na'tların gazel tarzında yazılanları davardır elbet. Bunlar genellikle vezin yönlendirmesiyle şekil bulan ve 4mefâîlün kalıbıyla yazılıp "...yâ Rasûlallah" redifiyle sona erengazellerdir. Bu tür na'tlar içinde Zekâî Mustafa Dede'nin,
Garîk-i bahr-i isyânem şefâat yâ Rasûlallah
Esîr-i nefs-i nâdânem şefâat yâ Rasûlallah
beytiyle başlayan kısa na'ti gibi manzumelerXVII. yüzyıldan itibaren sıkça görülür. Leyla Hanım'ın,
Alîl-i derd-i isyâne devâsın yâ Rasûlallah
Bize sûy-ı cinâne reh-nümâsın yâ Rasûlallah
dizeleriyle başlayan na'ti, Şeyhülislam ArifHikmet Bey'in,
Ser-i kûyunda kemter hâk-i râhım yâ Rasûlallah
Nesîb-i âsitânındır penâhım yâ Rasûlallah
ve Musahip Mustafa Paşa'nın,
Hevâ-yı nefse cânım mübtelâdır yâ Rasûlallah
İşim hep çcümleten cürm ü hatâdır yâ Rasûlallah
matlalı gazelleri bu tür na'tların en ünlüleridir. Gazeltarzında olup hakkında menkıbevî rivayetler de bulunan bir şiir de Nabî'ninna'tıdır. Onun hac seyahatinde Medîne'ye varmak üzereyken söylediğine inanılanve şehre girdiği esnada Mescid-i Nebevî müezzinlerinin hep bir ağızdankerameten okudukları menkıbevî üslupla anlatılan şiir şu beyitle başlar:
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı İlahî'dir makâm-ı Mustafâdır bu
*
Bütün bunların dışında, Gül'den bir vesile ile bahsedecek olan şair içinilk başvurulacak kaynaklar, mucizelerdir. Efendiler Efendisi'ni hastalıklarındevası, cennet yolunun klavuzu, Allah'ın Habîbi olarak gören şair, O'ndaki beşeriyetkadar nebeviyeti de söz konusu etmekten hoşlanır; yüceliğini dile getirmek içinsık sık mucizelerden bahseder. Fenâyî'yi dinleyelim mesela:
Et kıyâs parmaklarından mu'cizâtın gayrı bes
Çeşme akdı her birinden eyleyip şakku'l-kamer
Demek ister ki: "Sen O yücepeygamberin mucizelerindeki ihtişama bak ki, yalnızca parmakları bile herbirinden çeşmeler akıttı, ve şehadet parmağıyla ayı ikiye böldü."Hudeybiye'de Ashâb'ın çok susadığı bir anda Efendiler Efendisi son tastaki suyabir elini sokup diğer elinin beş parmağından beş çeşme gibi su akıtmış ve ashabhem abdest alıp hem kana kana içmişlerdir. Keza Mekke müşrikleri kendisindenmucize istedikleri vakit şehadet parmağıyla işaret edip ayı ikiye yarmıştı,hani İslam tarihleri ve siyerlerin şakku'l-kamer diye zikrettikleri mucize.Şair Gül'ün yalnızca parmaklarından sadırolan mucizelerinin bu derece büyük olduğunu, diğerlerine sıra gelirse anlatmayakelimelerin yetmeyeceğini ancak bu kadar güzel anlatabilir değil mi?!...
Divan şairi Gül'denbahsedeceği zaman O'nu eşref-i mahlûkât, cihan bağının nadide çiçeği, varlığınevveli ve âhiri, şefaatin kaynağı, mahşer gününün efendisi, ahsen-i takvîm,güzel ahlakın tamamlayıcısı gibi sayısız vasıfları bir anda sıralayıverir.Bütün amaç Gül'den şefaat istemektir yahani, bunun için sık sık O'ndan bahseden âyetlere ve kudsî hadislere müracaateder. Bu durumda ayetler genellikle şiirdeki vezin zaruretini de beraberindegetirir ve tamamı yerine bazı ibareler şeklinde zikredilir. "Ahsen-itakvîm, kaabe kavseyn ve ev ednâ, leamrük, lî-maallah, Kâf u Nûn, Tâhâve Yasîn, mâ zâğa'l-basar, Sidre ve müntehâ, rahmeten li'l-âlemîn,tarfetü'l-ayn" gibi ibareler bunlardandır. Şu beyit Nesîmî'ye aittir:
Vasfını "Ve'n-Necmi" "Ve'ş-şemsi""Tebârek" söyledi
Şânına "Tâhâ" vü "Yâsîn" geldi Hak'tan beyyinât
Hz. peygamber'den bahseden hadisler de zamanzaman divan şairlerinin konuları arasına girer. Bunlardan en ünlü olanı "levlâkelevlâk" sırrını taşıyan hadis-i kudsîdir. Bunu "ene efsah"ve "medinetü'l-ilm" gibi ibarelerin geçtiği hadisler takipeder. Beyti Şeyhülislam Yahya'ya söyletelim:
Sana mahsûs lutfudur Hakk'ın
Tâc-ı "Levlâk" u taht-ı "Ev ednâ"
Gül'ünşanı söz konusu olunca tasavvufî divan şairlerinin en ziyade andıkları kelime"muhabbet"tir. O ünlü beyitte olduğu gibi:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed'siz muhabbetten ne hâsıl
Ebced geleneği bile Gülhakkında abidevî bir beytin doğmasına kapı aralamıştır:
Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir
Anınçün âşıkın zikri "amân"dır yâ Rusûlallah
"Amân" ile "Muhammed"isminin ebced karşılığı 92 eder. Buradan âşıkın "amân!" diye herhaykırışında aslında Hz. Peygamber'i anmak istediğinin söylenmesi ne kadar daşairane bir buluştur. Hezâr gıbta!..
*
Burada divan şairinin iman cephesinden İslam'ınvarlık sebebi olan Gül'e bakışındaki genelkabulleri vermeye çalıştık. Şimdi en başa dönelim ve bir Gül olarak, Güldebir remz olarak, teri Gül kokan, yüzünde Gül, ağzında gonca görülen Efendiler Efendisi'ndenGüle yansıyan ilham dolu birkaç beyit ilesözü tamamlayalım. Böylece bütün Türk coğrafyasını doldurarak bir aşka dönüşen Gül medeniyetinin aslında bir iman ve aşkmedeniyeti olduğunu anlayalım.
Dicle'nin serin yamaçlarında gözyaşlarınıikindi sularına karıştırarak Kıble'ye yönlendiren bağrı yanık şair hasretinianlatıyordu ve o Fuzulî idi:
Suya versin bâğbân Gülzârızahmet çekmesin
Bir Gül açılmaz yüzün teg verse bin Gülzâre su
Sultan, rüyalarının sevgilisine Gül rölyefleriyle başı üzre yer vermek içinsorgucunu O'nun ayak izinden yaptırıyor ve üzerine şu dizeleri nakşettiriyordu;o dahi Sultan Ahmed idi:
Nola tacım gibi başımda götürsem dâim
Kademi nakşını ol hazret-i şâh-ı rüsülün
Gül-i Gülzâr-ınübüvvet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o Gülün
Ve sultanın mürşidi -ki adına Hüdâyî denir-her yüzde Gül'ün aşkını okumaktaydı:
Gül ağlama Gül bize
Ele diken Gül bize
Gül olanın yüzünde
Gül açılır Gülbize
Ve bugün biz, bir çağa geldik, Gül için feryâdlar çağına:
Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler
Şikayet değildir kasdımız Gül'e, cür'etimiz içimizin yanışından. Gülistanlarda savaşlar var bugün Gül'üm ve bülbüllerin kurşuna dizilip kefensizgömülüyor artık. Hiç bugünkü kadar yakışmadı Kâbe'ne siyahlar ve biz seni hiçbugünkü kadar özlemedik. Varlığa bir Gül isesebep, kokusundan ya renginden nasıl duralım ayrı.
Ebedî Gülşenindetek ayak üzre duracak bir yer de vermez misin bize Gül'üm?!..